Aşık Olmak
Nedir bu aşk?
Dünyanın hatta belki de varoluşun ilk ve en şehvetli dokunuşudur insana; aşk. Kimisi bir bakış der aşka kimisi de aldanış. Öyle acımasız, sinsi ve öyle tatlıdır ki bu dokunuş, taşı sarsarmışçasına sarsar yüreği. Ne büyükler gömmüştür mezara ne padişahlar indirmiştir posttan ve ne savaşlara sebep olmuştur kızıl meydanlarda. Aşktır bu, kolay olmaz yolunda gitmek, yolundan dönmek.
Aşktır bu havsalaya sığmaz tam olarak nasıl tene ve bedene iştirakte bulunduğu. Gerek bilimsel öğretiler olsun gerekse metafiziksel araştırmalar, sonucu değiştirmedi ve değiştirmeyecek aşkın karakterinde. Gidişat bellidir aslında, yavaş yavaş eriyen insan yavaş yavaş eritir de en kılcal duygularının sebebini. Arthur Schopenhauer’ın Aşkın Metafiziği’nde olduğu gibi kavramsallaştırmayacağım aşkı, geleceğe dönük yaratılacak olan yaratılmamışın amacıdır demeyeceğim aşk için.
Fakat bunu içgüdüsel olarak ele alırsak kabullendiğimi de inkâr edemeyeceğim. Sonuçta insanın da hayvanlar ve diğer organizmalar gibi içgüdüleri vardır ve bu içgüdülerin varlığını onlar gibi bilmemiz mümkün değildir. Çünkü mantık engeller içtepiyi bilmeyi.
Karanlıkların içinde aydınlık olur aşk, insanın tutsak kaldığı ruhani debelenmelerde. Aydınlıkları karartıverir bir anda aşk, güneşin altında yürüyüp de bir anda ağma olurmuşçasına. Ulaşılamayan der tasavvufçular aşka. Aşk ulaşılamayandır ve vuslat kabul etmeyendir. Bu yüzden aşk çilelidir ve yakıcıdır. Fakat yaratılışın en muhteşem hazinelerini barındır gizli sandığında.
Bu sandıkta ne gülüşler ne hayaller ve ne şehvetler saklıdır. Bu sandıktır kızıl meydanlara kızıl dedirten. Ne şairler gelmiştir ve ne izler bırakmıştır parşömenlere, kalplere, zihinlere ve daha nicelerine. Aşk ulaşılamayandır, ulaşılsa aşk olmazdı.